Geçen gün İlk Günde Bu Hafta programında „Barış arayışları tehlikede“ diye de bir not düşmüşüz. Çünkü son günlerde yapılan tartışmalar, gerginleşen söylemler bu çağrışımı herkesin zihninde tekrar tekrar önüne getiriyor. Burada en büyük payı ya da barışın önüne geçmek, çözümü engellemek konusunda en büyük tarafı savaş lobisi oluşturuyor. Yani Ortadoğu’daki savaş cepheleri… İnsanlar ölürken, doğa katledilirken, şehirler, kasabalar, köyler yakılırken herkes kaybederken tek kazançlı çıkan savaş lobisi, silah satıcıları ve silah üreticileridir. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) 2023 raporunda da, küresel silah ticaretinden en çok kâr eden şirketlerin bu alanda faaliyet gösterenler olduğu belirtilmiştir.
Türkiye’de savunma sanayi alanında yüzlerce şirket kurulmuş durumda. Bu şirketler devlete veya savaşan güçlere silah teminatı sağlıyor ya da silah teknolojisini geliştiriyorlar. Dünyada en çok kazanan şirketler bu şirketler. Türkiye’de de durum aynı. Mesela Erdoğan’ın eniştesi, devletin verdiği imkanlarla İHA ve SİHA üretimine yoğunlaşmış, silah sanayisinde büyük adımlar atmış ve dünyanın en zenginleri arasına girecek kadar servet edinmiştir. Yani milyar dolarlık servet bu satışlardan geliyor. Savunma Sanayii Başkanlığı’nın 2023 ihracat verilerine göre Türkiye, 5,5 milyar dolarlık savunma ihracatı gerçekleştirmiştir. Türkiye’de iç pazarda da bu ürünlerin kullanımıyla bu şirketlerin nasıl zenginleştirildiğini görmek mümkün.
Bu durum, savaşların durmasını istemeyen kesimlerin en yoğunlaştığı alan haline gelmiş durumda. Ekonomik çıkarların yanı sıra siyaseten de bundan beslenen yapılar var. Gerginlik ve çatışma siyasetinden beslenen güçlü bir damar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde hep var oldu. Örneğin 7 Haziran seçimlerinde AKP sonuçları kabul etmedi ve Kasım’a seçimler tekrarlandı. O arada Türkiye adeta bir savaş alanına çevrildi. Katliamlar, şiddet dalgaları yükseltildi. 7 Haziran’da kaybeden yapı, 1 Kasım’da seçimi kazandı. Yani siyaseten de bundan rant elde edildi. YSK 2015 sonuçlarına göre bu iki seçim arasında ciddi oy kaymaları yaşanmıştır. Herkesin gözü önünde bu yaşandı. Yaşatıldı.
Toplumu harekete geçiren ögelerden biri de ırkçılıktır. Türkiye’de ırkçılık ve siyasal İslam’ın birleşmesi, ciddi bir oy potansiyeli olan bir yapı oluşturdu. Bundan birçok siyaset beslendi. Karşı çıktığını söyleyenler de, destekleyenler de aynı şekilde bundan yararlandı. Karşısında ise demokrasi güçleri, barış talep eden, toplumun birlikte yaşaması için mücadele eden kesimler duruyor. Bunlarda Kürt özgürlük mücadelesi etrafında toplanıyor.
Özetle bu çatışma, barış isteyenler ile savaş üzerinden rant elde edenlerin yıllardır yürüttükleri bir mücadele olarak günümüze geldi. Siyasal anlaşmazlıkların silah yoluyla çözülmeye çalışılması Türkiye’ye 50 yıllık kayıp faturası çıkardı. Vatandaşlar; Kürt, Arap, Türk, Fars, Çerkes fark etmeksizin kaybederken, zenginleşen yapılar mafya, devlet, asker, polis ortaklıklarıyla servetlerine servet kattılar. Human Rights Watch’un 2020 tarihli raporunda da, Türkiye’deki çatışma ortamında işlenen hak ihlalleri ayrıntılı biçimde belgelenmiştir.
Bugün ise barış güçlerinin, demokrasi güçlerinin, Kürt özgürlük hareketinin attığı adımlar farklı bir atmosfer yaratıyor. Bu adımlar karşısında savaş lobisinin harekete geçtiğini de görüyoruz. Türkiye içinde bazı gelişmeleri engelleyemeyenler, dışarıda Suriye gibi savaşla yıkılmış, insanlarca büyük bedeller ödenmiş bir ülkede çıkmaz siyasetlerle sürece dahil oluyor. Türkiye’nin dış politikası, çözümsüzlükler üzerine kurulmuş durumda. Kıbrıs, Yunanistan, İran gibi meselelerde çözüm değil, çözümsüzlük üzerinden siyaset üreten bir ülke konumundadır.
Suriye konusunda ABD’nin özel temsilcisinin açıklamaları da gündeme geldi. “Federasyon değil ama herkesin kendi kültürünü, dilini koruduğu, İslamcı tehdidin olmadığı bir yapı düşünülmeli” dedi. Ancak HTŞ gibi yapılar Alevilere, Kürtlere, Ermenilere, Dürzilere yaşam hakkı tanımayan, katliamlarla anılan bir örgütlenme. Böyle bir yapının Suriye’nin geleceğinde yer alması, insanlık adına kabul edilemez. Türkiye’nin bu yapılara destek vermesi de büyük bir sorundur. Utanmazlıktır. HTŞ ile SGD’yi karşılaştırmak mümkün değildir. Birisi dağın zirvesi ise diğeri çöpün dibidir. İnsan haklarını, eşitliği, kadın özgürlüğünü savunan bir yapılanma ile kelle kesen, katliam yapan bir çeteyi aynı kefeye koymak, akılla, vicdanla bağdaşmaz. Daha dün BM İnsan Hakları Konseyi’nin raporunda, HTŞ’nin Alevilere yönelik saldırılarının savaş suçu ve insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirilebileceği belirtilmiştir.
Bu iki yapılanmayı aynı teraziye koyumak insanlık değerlerini katlimacıların sevyesine indirgemektir. Suriye’nin bütünlüğü hikayesi ile oynanan bu oyun katiliamcıların, kelle kesen katillerin ortaklığının üstünün mrtülkmesidir. Kabul edilecek bir durum değildir.
İnsanların kendi yaşam haklarını koruyabilmesi için demokratik ve seküler yapılanmalar dışında bir çözüm olamaz. Katliamcı yapılarla demokrasi güçlerini aynı kefeye koymak mümkün değil. Kürtler kendi bölgelerinde, Aleviler kendi bölgelerinde, Dürziler kendi bölgelerinde varlıklarını sürdürebilmelidir. Aksi halde büyük savaşlar ve yok oluş riski vardır.
Türkiye içinde de benzer bir durum yaşanıyor. Savaş ortamı iktidara gerekçeler üretiyor. Çatışma ortamı, antidemokratik yasaları hayata geçirmenin bahanesi haline getiriliyor. DEM Parti’ye, CHP’ye, farklı kesimlere karşı operasyonlar, hepsi bu savaş ortamının sağladığı gerekçelerle yapılıyor. Bu nedenle barış süreci savaş lobisini korkutuyor. 7 Haziran sürecinde de olduğu gibi barış talebi güçlenince provokasyonlar devreye sokulmuştu.
Bu süreç başarıya ulaşmazsa savaş lobisi daha büyük baskılarla geri dönecektir. O yüzden bu sürecin başarıya ulaşması, Türkiye halkları için çok önemlidir. Hem ekonomik olarak geleceği güvenceye almak hem de birlikte yaşam kültürünü kurmak açısından barış kaçınılmazdır. Demokrasi, sadece kişilerin isteğiyle değil, ülkenin varlığını sürdürebilmesi için de zorunlu hale gelmiştir.
Öte yandan, ırkçı söylemler de toplumu zehirliyor. Örneğin İlber Ortaylı’nın boşaltılan köylerin Orta Asya’dan getirilecek nüfusla doldurulması gerektiğini söylemesi, açıkça etnik arındırma ve soykırım çağrısıdır. BM Soykırım Sözleşmesi’ne göre, bu tür uygulamalar doğrudan soykırım suçu kapsamına girmektedir. Bu tür söylemler faşizmi, gericiliği besliyor. Akademik unvanlar insanlık dışı görüşleri örtmeye yarıyor sadece. Bunların şahsında görülüyor ki; ırkçılık bir hastalık değil, bilinçli bir tercihtir.
Türkiye’nin geleceği savaş ve çatışma üzerinden değil, barış ve demokrasi üzerinden kurulabilir. Savaş lobisinin, mafya-devlet ortaklığının, faşizmin, doğa talanının kazandığı her gün Türkiye halklarının kaybıdır. Barış, demokrasi ve eşitlik talebi ise tek çıkış yoludur.