Kıbrıs seçimleri, sadece bir ada meselesi değil; Türkiye’nin “Mavi Vatan” hayalinin gerçeklerle yüzleştiği bir dönüm noktası. Halkın iradesi, Ankara’nın atadığı adaylara değil, demokratik bir geleceğe yöneldi.
Bugünün en sıcak gündemini Kıbrıs oluşturuyor. Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeler uzun süredir tartışma konusu ve herkes, bu tartışmaların gelecekte Türkiye’nin kaderinde nasıl bir rol oynayacağını merak ediyor. Aslında herkes bu konuda bir fikir beyanında bulunuyor. Biz de bugün biraz bunun üzerinde duracağız.
Bahçeli’nin iddiası havada kaldı. Seçim Kurulu, katılım oranını %64,87 olarak açıkladı. Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin adayı Tufan Erhürman %62,76, Türkiye’nin desteklediği bağımsız aday Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise %35,81 oy aldı. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından Cumhuriyetçi Türk Partisi Kıbrıs’ta zaferini ilan etti ve kutlamalara başladı.
Bu sonuç, yeni bir dönemin işareti. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti iktidarının açık biçimde desteklediği aday Ersin Tatar’dı. Türkiye’de yapılan birçok ankette de “Ersin Tatar ezici bir çoğunlukla kazanacak” deniyordu. Ama görüldü ki, halk bu seçimlerde refleksini ve tepkisini net biçimde ortaya koydu.
Bu iki aday arasında temel bir fark var. Birisi, Rum yönetimiyle ortak federal bir çözümü savunuyor; diğeri ise bağımsız iki devletli çözüm önerisiyle seçime girdi. Ve halk tercihini yaptı. Görünen o ki, Kıbrıslı Türkler federal bir yapıda, Rum kesimiyle birlikte yaşamak ve Avrupa Birliği içinde yer almak istiyorlar.
Biliyorsunuz, Kuzey Kıbrıs vatandaşları Avrupa Birliği statüsünden yararlanamıyor. Ama Rum kesimi tüm adayı temsilen AB üyesi konumunda. Görünen tablo şu: Avrupa Birliği toprağı, Türkiye’nin askeri ve siyasi etkisi altında “işgal edilmiş” gibi değerlendiriliyor. Bu tartışmaların önümüzdeki günlerde daha da yoğunlaşacağı açık.
Kıbrıs çok önemli bir stratejik nokta. Doğu Akdeniz’de enerji hatlarının geçiş merkezi hâline gelen bölge; İsrail, Mısır, Kıbrıs, Yunanistan ve Avrupa enerji hatlarının kesişim noktası. Yani Kıbrıs, Avrupa’nın enerji açısından son derece önemli bir yer haline geliyor. Bu durumu Türkiye kendi çıkarlarına tehdit olarak okuyor.
Türkiye uzun süredir “Mavi Vatan” politikasıyla bu tabloyu kendi lehine çevirmeye çalışıyor; çözümsüzlükten faydalanarak doğalgaz aramaları yapıyor. Ama Kıbrıs seçimleri, Kıbrıs halkının Türkiye’nin bu politikalarına artık onay vermediğini gösteriyor.
Ersin Tatar’ın açıklaması da dikkat çekiciydi: “Benim arkamda 85 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti var. Kıbrıs Türk’ün yurdudur.” Yani kendini temsil ettiği halka değil, Ankara’ya dayandırıyor. Kıbrıslı Türkleri değersizleştirip kendi meşruiyetini Türkiye’nin gücüyle sağlamaya çalışıyor. Kendisini bir “Cumhurbaşkanı” değil, adeta Ankara’nın atadığı vali gibi konumlandırıyor. Cevabını da Kıbrıslılardan almış oluyor.
Seçim sonrasında Türkiye’deki milliyetçi ve siyasal İslamcı çevreler, özellikle sosyal medya üzerinden saldırıya geçti. Troller, her zamanki gibi hakaret ve tehdit dilini devreye soktular. Sorunların çözümüne dair bir fikirleri yok; ama çözümsüzlüğün propagandasını yürütmekte ustalar.
Kıbrıs, uzun zamandır Türkiye’nin kirli işlerinin merkezi hâline getirildi. Hatırlayın, Halil Falyalı cinayeti… Alaattin Çakıcı gibi mafya liderlerinin Kıbrıs’a yerleşmesi, yasa dışı bahis ve kara para trafiği… Ve ardı ardıan glen cinayetler.. Yani Kıbrıs, bir “suç ekonomisi”nin odağına dönüştürüldü. Bu seçimlerde halk, bu yasadışılığın pervasızca örgütlenmesine demokratik yollarla tepki gösterdi. Daha demokratik, daha şeffaf, birlikte yaşamı esas alan bir tercihte bulundular. Tabii bu tercihler hemen sonuç vermeyecek ama halkın yönelimini göstermesi açısından tarihi önemde.
Seçim sonrası Türkiye’den açıklamalar geldi. Erdoğan, “Demokratik seçimler hayırlı olsun” dedi. En sert tepki ise Bahçeli’den geldi. Bahçeli, “KKTC parlamentosu acilen toplanmalı ve seçim sonuçlarının kabul edilemeyeceğini ilan etmeli” dedi.
Neden? “Benim istediğim sonuç çıkmadı, o zaman seçimleri tekrar edelim” mantığı!
7 Haziran seçimlerinde istedikleri sonucu alamayıp ülkeyi 1 Kasım’a kadar kana bulayan zihniyetin devamı bu. Tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi… O gün olduğu gibi bugün de halk iradesiyle kavga eden bir anlayışla karşı karşıyayız.
Kıbrıs’taki mafya ve çete ilişkileri, Türkiye’deki uzantılarıyla birlikte MHP çevrelerine kadar uzanıyor. Bu yüzden Bahçeli ve çevresinin tepkisi sadece “politik” değil, çıkar ilişkilerinin bir yansımasıdır. Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’yle bütünleşmesi, o kirli para ağlarını daraltacak. Bu da Türkiye’deki yasa dışı sermaye çevrelerini tedirgin ediyor.
Bazı troll hesapların dili tam da bu: “Seçimler tanınmamalı, Kıbrıs Türkiye’ye katılmalı!” Bu söylem, Avrupa Birliği’ne savaş ilanı anlamına gelir. AB toprağını kendi topraklarınıza katmaya kalkıyorsunuz.
Bu “Hatay modeli”ne benzetilen söylemler artık tarihte kaldı. Kıbrıs’ın bugünkü durumu 1930’ların Hatay’ı gibi değil. Ekonomik, jeopolitik ve enerji bağlantıları nedeniyle uluslararası denge tamamen farklı. Yani bu hamlelerin gerçekleşmesi mümkün değil. Ama gerginliğin derinleştiği bir alan olduğu da kesin.
Nitekim bu tartışmalar başlamadan önce, PKK’nin önde gelen isimlerinden Duran Kalkan da bir açıklama yapmıştı: “Türkiye’nin destek aldıkları yarın başlarına neler geleceğini görecek. Dananın kuyruğu Kıbrıs’ta kopacak.” Gerçekten de bugün bu söz yeniden hatırlanıyor. Doğru tavır alınmazsa savaşın h aberini veriyor.
Troll hesaplara baktığınızda tablo belli: Her zamanki gibi kin kusuyorlar. “Rumların, AB’nin, İsrail’in desteklediği hainler kazandı!” diyorlar. Yani halkın iradesine hakaret ediyorlar.
Bu, Türkiye’deki siyasi dilin Kıbrıs’a taşınmış hâli. Devletin propaganda aygıtları tarafından yönlendirilen troll orduları, kimin adına konuştuklarını biliyorlar. Onlar sadece iktidarın halk diliyle konuşan yüzü.
Medya hesaplarına, paylaşımlarına bakın; kim kimden besleniyor, kim kimin trolü çok açık. Bir troll hesabında diyor ki: “Kıbrıs’ta Yunanistan, Rumlar, AB, İsrail ve CHP’nin Kıbrıs şubesi kazandı. Nankörler, şehidin kanına girdiler!” Bu dilin adı faşizmdir.
Mesut Özil bile, “Kıbrıs parlamentosu toplanmalı, federasyon kabul edilmemeli, Türkiye’ye katılmalı” diyerek Bahçeli’nin masalına teşne oluyor. Yani yine o Hatay masalı anlatılıyor.
Hakan Fidan’ın “Silah bizim işimiz” sözleri bile sosyal medya jargonuna malzeme oldu. Bu, diplomasi değil; sokak kabadayılığı. Ama mesele şu: Türkiye artık ne Yunanistan’a ne Kıbrıs’a karşı askeri güç kullanabilecek durumda. F-35’lerden dışlanmış, F-16’larını yenileyemeyen bir ülke…
İsrail uçakları Türkiye üzerinden İran’a uçabiliyor, vurabiliyor ama Türkiye’nin haberi yok, ya da izin veriyor. Her ikiside devletin çapsızlığını ortaya koyuyor. Bu da ülkenin ne hale geldiğini açıkça gösteriyor.
Kıbrıs meselesi sadece ada siyaseti değil; aynı zamanda Ortadoğu’daki enerji, güvenlik ve güç dengelerinin bir parçası. Burada Amerika, Avrupa ve İsrail’in çıkarlarıyla Türkiye’nin çıkarları çatışıyor. Ve bu çelişki önümüzdeki süreçte daha da sertleşecek gibi görünüyor.
Zamana yayılmış, diğer önceliklerin halledilmesine bakıyor. O günleri bekliyor…
Geliyor, gelmekte olan… Dananın kuyruğu gerçekten Kıbrıs’ta kopacak.